Düşünen bir Türk'ün böyle bir duayı okumaktan elde edeceği faydayı veya alacağı herhangi bir dini ilhamı gözünüzde canlandırın.
Atatürk, ABD'nin Ankara büyükelçisi Charles Sherril'le görüşmesi sırasında Kuran'ı niye Türkçeye tercüme ettirdiğini açıklarken Tebbet suresini okur ve sonra görseldeki sözleri söyler.
Sherril, ABD Dışişleri Bakanı'na yazdığı çok gizli ibareli raporda "Onun Kuran'ın Türkçe okunmasını o kadar tazyik etmesinin sebebinin Kuran'ı Türkler arasında geniş ölçüde itibardan düşürmek olduğu neticesine o derece vardım" diye açıklar.
Kazım Karabekir de anılarında Atatürk'ün "Kuran'ı Türkçeye tercüme edeceğim ta ki Türkler, Araplar'ın saçmalıklarına inanıp budalalık etmeye devam etmesinler" dediğini ifade eder.
Sherill raporda "Kendisinin bir agnostik olduğuna dair genelde kabul görmüş kanaati tamamen reddediyor, ancak dininin sadece kainatın mucidi ve hakimi tek Tanrı'nın varlığına inanmaktan öteye gitmediğini söylüyor" diye de belirtiyor.
Tebbet Suresi: Ebu Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı. O, bir alevli ateşe girecektir. Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sınında odun taşıyarak karısı da ateşe girecektir.
Millete dost görünüp de ilk fırsatta iktidar mevkiine geçtikten sonra onun hakiki ihtiyaçlarını düşünecek yerde, memleketi kendi istediği yolda götüren, laf anlamayan, yetkililerin uyarılarına kulak asmayan, millette mevcut kuvvetleri şahsına bağlamaya çalışan kahraman yüzlü insanlardan hayli zarar çekildi.
Atatürk'ün Amasya‘da Tasvir-i Efkar muhabiri Ruşen Eşref Ünaydın'la yaptığı mülakattan.
Artık, memleketin hasis ihtiraslar yüzünden bu ana değin sürüklendiği felaketler kafidir.
Millet çirkef bir parti tesiriyle yaşamayacak, ancak milli birlik yaşayacaktır.
İnsanları istediği gibi kullanan kuvvet, fikirler ve bu fikirleri kişiselleştirip yayan kimselerdir.
Fikrin özelliği de, hiçbir itirazın bozamayacağı bir mutlak şekille kendi kendini kabul ettirmektir.
Bu ise, fikrin yavaş yavaş hissiyat haline geçerek inanca dönüşmesi ile mümkündür; ve böyle olduktan sonradır ki, onu sarsmaya başka hiçbir mantığın, muhakemenin hükmü yetmez.
Hayat, herhangi bir tabiat dışı etkenin müdahalesi olmaksızın dünya üzerinde tabii ve zaruri bir kimya ve fizik seyri neticesidir.
Hayat sıcak, güneşli, sığ bataklıkta başladı. Oradan sahillere ve denizlere yayıldı; denizlerden tekrar karalara geçti.
İlk hayvan denizlerde balık ve karalarda muhtelif kemikli mahluklar oldu; bunlar muhtelif uzun devirlerde şekilden şekile girerek geliştiler.
Hayatın başlangıcı hakkında...
Atatürk'ün tarih notlarından
