Arkadaşlar, bütün hayatımda pek sevimli geçirdiğim bir gece vardır. O gece, ordumuzun İzmir'e girdiği günün burada geçirdiğim gecesidir. O vakit buradan geçerken bu muhterem halkın gördüğü her türlü zulüm ve tecavüze rağmen resmimi koyunlarından çıkararak beni tanıdıklarını ve otomobilime atılarak kucakladıklarını unutmadım. Bugün o hatırayı yaşıyorum, bahtiyarım
KemalPaşa Türk Ocağı'nda halka nutuk.
Atatürk'ün bahsettiği bu olay 9 Eylül 1922 günü İzmir'in Armutlu semtinde geçiyor.
Mustafa Kemal'i 7 yıldır cebinde taşıdığı, bir gazeteden kesilmiş resmini koynundan çıkararak tanıyan kişi Armutlu’nun önde gelen şahsiyetlerinden Eskicioğlu Mehmet Kemallettin Efendi’ydi.
Atatürk'ün bu temsili resmini ise 1915 Çanakkale Savaşlarında Alman Ressam Wilhelm Victor Krausz yapmıştı.
Ruşen Eşref Ünaydın "Atatürk'ü Özleyiş" isimli kitabında bu anları şu şekilde anlatır:
Armutlu'dan geçiyorduk. Ahali köyün önüne yığılmıştı. Otomobil radyatörünün suyunu tazelemek için bir müddet durduk. Ahali etrafımızı sardı; gözlüğünü takmış Paşa, önüne bakıyordu. İlkin Onu kimse tanıyamamıştı; fakat kalabalığın en ilerisinde durmuş bir ihtiyar, bir elindeki resme baktı; bir de otomobilin içindeki siyah gözlüğünün altında duran yüze baktı. İkisini birbiri ile karşılaştırdı. Bir ara Paşa gözlüğünü alnına doğru kaldırınca o ihtiyar adam Paşa'ya daha yanaştı, daha dikkatle baktı:
- "Bu sensin, bu! Sensin!" diye bağırdı. Çenesi tir tir titriyordu! Sonra o kalabalığa döndü; haykıra haykıra:
- "Ey ahali koşun. Koşun! Bu odur: Kemalimiz geldi. Vallahi bu o... İşte burada!" der demez halk otomobile bir üşüştü. Tarif edemem... Toprağı öpenler, tekerlekleri öpenler, arabaya sıçrayıp Paşanın boynuna sarılanlar; kadın, erkek, çocuk! Yüzünü, gözünü öpenler, kollarından çekenler! Kolları başkalarının ellerinde kalacak diye korktuk!
Korktuk boğacaklar diye: bağırdık, çağırdık, uğraştık! Heyecanı yatıştırmanın, halkı ayırmanın, otomobili ilerletmenin imkanı yok! Otomobili omuzlarında taşımaya çalışıyorlardı... Öldürecekler yahu, muhabbetten öldürecekler...
Büyük devletler kuran ecdadımız, büyük ve geniş medeniyetlere de sahip olmuştur.
Bunu aramak, incelemek, Türklüğe ve cihana bildirmek bizler için bir borçtur.
Türk çocuğu ecdadını tanıdıkça daha büyük işler yapmak için kendinde kuvvet bulacaktır.
Atatürk'ün Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti Yüksek Riyaseti'ne yolladığı mektuptan...
İzmir, mazinin binbir meselede olduğu gibi gafleti neticesi olarak o mezalime maruz kalmıştır.
Artık o vakitler ve o dakikalar çoktan geçmiştir.
Ve bu noktayı çok iyi ortaya koymak için ilaveye mecburum ki ve bütün cihan işitsin ki, efendiler, artık İzmir hiçbir kirli ayağın üzerine basamayacağı çok mukaddes bir topraktır.
Saat sekizi çeyrek geçiyor. Yazı odasındayım. İsmet Paşa'yı beklerken bu satırları yazıyorum.
Samsun'a üçüncü defadır geliyorum. İlk gelişim malumdur. Tarihini gözümün önünde, büro üstünde duran uzun cigara kutusunun kapağında okuyorum: 19 Mayıs 1335.
Ondan sonra bir defa daha gelmiştim. Takriben dört sene evvel. Bu gelişimin de tarihini yukarıda tespit ettim.
İsmet Paşa geldi, yazıyı bırakıyorum.
Atatürk, Harf Devrimi'nin bütün yurtta büyük bir heyecanla yürütüldüğü günlerde, İzmir Vapuru’yla İstanbul'dan Karadeniz'e açıldı, 16 Eylül 1928 günü Samsun'a geldi.
Karşılama töreninden sonra, Samsun’a ilk geldiği zaman kaldığı Mıntıka Palas'a uğradı. Bu yazıyı da orada, İsmet Paşa'yı beklerken yeni alfabeyle not almıştı. Hicri 1335, miladi 1919 yılına tekabül ediyor.
Notun orijinalini görmek için lütfen kaydırın.
İstila fikri ile açılmış olan Cihan Harbi'ni sona erdiren galipler, teklif ettikleri barış şartları ile ana topraklarımızı, bağımsızlık ve hürriyetimizi elimizden almaya, asırlardan beri İslam'ın ve Türklüğün fedakar muhafızı olan milletimizi esir derekesine indirmeye kalkıştılar.
İki senedir Rumeli ve Anadolu'da görülen hareketlerimiz, bu gaddarane tecavüze tepkiden, her mevcudun yaratılıştan sahip olduğu nefsi müdafaa hakkının kullanılmasından başka bir şey değildir.
Atatürk'ün Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof'a yaptığı konuşmadan.
