Düşman devletler Osmanlı devlet ve memleketine maddeten ve manen tecavüz halinde; imhaya ve parçalamaya karar vermişler.Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor.
Hükümeti de aynı halde. Farkında olmadığı halde başsız kalmış olan millet karanlık ve belirsizlik içinde tecelliyatı beklemekte. Felaketin dehşet ve ağırlığını idrake başlayanlar, bulundukları muhit ve hissedebildikleri tesirlere göre kurtuluş çaresi gördükleri tedbirlere başvurmakta.
Ordu, ismi var cismi yok bir halde.
Kumandanlar ve subaylar, Harbi Umumi'nin bunca mihnet ve meşakkatleriyle yorgun, vatanın parçalanmakta olduğunu görmekle içleri kan ağlamakta, gözleri önünde derinleşen karanlık felaket uçurumu kenarında kafaları çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul...
Atatürk, Nutuk'ta Samsun'a çıktığında genel manzarayı özetliyor.
İşe köyden ve mahalleden ve mahalle halkından yani kişiden başlıyoruz.
Kişiler düşünür olmadıkça, hangi haklara sahip olduğunu anlamadıkça, kitleler istenilen yöne, herkes tarafından iyi veya kötü yönlere yöneltilebilirler.
Kendini kurtarabilmek için her kişinin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır.
Aşağıdan yukarıya, temelden çatıya doğru yükselen böyle bir müessese elbette sağlam olur.
Ben çok iyi anlıyorum ki, insanlık eninde sonunda birleşmeli ve birlikte kardeşçe yaşamalıdır.
Bunun için birleşmeli ve tüm anormalliklere, karşılıklı düşmanlıklara son vermeli ve hepsinden önce bu anormalliklerin sebebi olan insanın insan tarafından sömürülmesi sistemi ortadan kaldırılmalıdır.
Atatürk'ün Türkiye'yi ziyarete gelen Sovyet Delegasonu üyeleri Mihail Frunze ve İbrahim Abilov'la görüşmesinden...
Elim kalem tutmaya, beynim fikir yürütmeye başladığı günden daha lise sıralarında bulunduğum zamandan beridir ki gönlümde hayatımın akışını kaydetmek için bir arzu duyarım.
Birçok defalar, cep defterlerimin boş yapraklarını hayatımın bölümlerinin bazılarıyla doldurdum. Asıl maksadım, ömrümün gerçek akışını yazmak iken, her nedense o yapraklarda, fazlaca duygusallık ve hayallere kapılmıştım.
Bunun için o karışık yapraklara rağbet etmedim. Onları karışıklıktan kurtarıp saklamak istemedim. Çünkü çok abartılı idiler.
Düşünen bir Türk'ün böyle bir duayı okumaktan elde edeceği faydayı veya alacağı herhangi bir dini ilhamı gözünüzde canlandırın.
Atatürk, ABD'nin Ankara büyükelçisi Charles Sherril'le görüşmesi sırasında Kuran'ı niye Türkçeye tercüme ettirdiğini açıklarken Tebbet suresini okur ve sonra görseldeki sözleri söyler.
Sherril, ABD Dışişleri Bakanı'na yazdığı çok gizli ibareli raporda "Onun Kuran'ın Türkçe okunmasını o kadar tazyik etmesinin sebebinin Kuran'ı Türkler arasında geniş ölçüde itibardan düşürmek olduğu neticesine o derece vardım" diye açıklar.
Kazım Karabekir de anılarında Atatürk'ün "Kuran'ı Türkçeye tercüme edeceğim ta ki Türkler, Araplar'ın saçmalıklarına inanıp budalalık etmeye devam etmesinler" dediğini ifade eder.
Sherill raporda "Kendisinin bir agnostik olduğuna dair genelde kabul görmüş kanaati tamamen reddediyor, ancak dininin sadece kainatın mucidi ve hakimi tek Tanrı'nın varlığına inanmaktan öteye gitmediğini söylüyor" diye de belirtiyor.
Tebbet Suresi: Ebu Leheb'in elleri kurusun. Zaten kurudu. Ona ne malı fayda verdi, ne de kazandığı. O, bir alevli ateşe girecektir. Boynunda bükülmüş hurma liflerinden bir ip olduğu halde sınında odun taşıyarak karısı da ateşe girecektir.
