Paris'ten alınan sağlam malumatla, başlangıçta Clemenceau'nun, Kuvayi Milliye'den ürkerek tamamen lehimize döndüğü ve fakat tahminen bir buçuk ay evveli Sivas'tan geçen bir zatın verdiği raporda, Kuvayi Milliye'nin bir blöf şeklinde gösterilmiş olmasından dolayı, Clemenceau'nun, eski Türk ve Müslüman düşmanlığını gösterdiği ve meylettiği bildirilmektedir.
Dolayısıyla asayişin tamamen muhafazası ve her fırsattan istifade ederek Kuvayi Milliye'nin azamet ve sağlamlığının dosta düşmana gösterilmesi ehemmiyetle tavsiye kılınır.
Blöf değilmiş sanırım :)
Atatürk'ün Reşat Paşa'ya telgrafı
Türk'ün haysiyet ve izzetinefis ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür.
Böyle bir millet esir yaşamaktansa mahvolsun evladır.
Dolayısıyla, ya istiklal ya ölüm!
Bizim kılavuzluğumuz milletimizden aldığımız ilhamdan başka bir şey değildir ve olamaz.
Musul Türk'tür.
Bu hakikatı hiçbir şey değiştiremez.
Atatürk'ün L'humanite ve Le Temps gazetelerine verdiği demeç
Hoş geldin İsmet. Hoş geldin. Ne iyi ettin geldin!
Bugün çok memnunum İsmet. Hem ne iyi ettin de çabuk geldin...
İstanbul'daki meclisin İtilaf devletleri tarafından dağıtılışından sonra Mustafa Kemal tüm yurda telgraf çekip bütün vatanseverlerin acilen Ankara'ya gelmesini ve Ankara'da yeni bir meclis kurulması gerektiğini söyler.
Bunun üzerine vatanseverler Ankara'ya doğru hareket eder
Şevket Süreyya Aydemir anlatıyor:
9 nisan 1920 günü Ankara'ya vardılar. Kendilerine parlak bir karşılama töreni tertip edildi. Adapazarı-Bolu, üzerinden Ankara'ya gelen karayolunda ve Ankara dışında, kalabalık bir karşılayıcılar kütlesi misafirleri bekliyorlardı. Ankara halkı bu karşılama törenine geniş ölçüde katılmıştı.
Efeler, atlılar, esnaf cemiyetleri gene ayaktaydı. Mustafa Kemal, karşılayıcıların başındaydı. Nihayet yolcular göründüler. Yaklaşıldı. Karşılaşıldı. El sıkışmaları, sarılmalar, kucaklaşmalar arasında meydan karıştı.
Istanbul'dan bu kafileye yolda katılan bir yolcu, bu kalabalığın dışında, kendi başına, olanları hoş gören bir tebessümle seyrediyor, fakat kalabalığa karışmıyordu. Sırtında er elbisesine benzer bir elbise vardı. Sakin, güler yüzlü, biraz ufak tefek, hatta biraz çekingen bu yolcu, kalabalıklar, gidip gelenler, sarılanlar, kucaklaşanlar arasında, biraz yalnızdı. Biraz kaybolmuş gibiydi. Fakat ortada sağa sola seğirten, etrafı araştıran ve onu bekleyen biri vardı: Mustafa Kemal...
Mustafa Kemal boyuna soruyordu, arıyordu:
- Canım İsmet nerde? Canım hani ya İsmet?..
Evet, bu yalnız, ufak tefek, gösterişsiz yolcu, Albay İsmet Beydi. Yarınki İsmet İnönü...
Nihayet Mustafa Kemal onu gördü. Hızla yürüdü. Ellerini yakaladı:
"Hoş geldin İsmet. Hoş geldin. Ne iyi ettin geldin!
Bugün çok memnunum İsmet. Hem ne iyi ettin de çabuk geldin..."
Albay İsmet, hemen hemen konuşmuyor gibiydi. Ama «hiç eksilmeyen tebessümüyle» gözleri gene ışıl ışıldı...
